Home » YAZILARIM » YE, İÇ, SEV…

YE, İÇ, SEV…

ye, iç, sevYE, İÇ, SEV…

22 Ocak 2012

Yeni doğan bebeğin anne memesi ile ilk buluşmasına tanıklık ettiniz mi? Dünyaya geldiği ilk andan itibaren memeyi nasıl güçlü bir refleksle yakaladığını görünce, insan hayrete düşüyor. Freud’ un “Oral dönem” dediği yaşamın ilk yıllarında hem karın doyuran, hem ruhu doyuran “meme ve bebek ilişkisi” sağlıklı bir şekilde tamamlanırsa,  “Temel güven” oluşuyor.

Memeyle beslenme ile birlikte yakınlığı, şefkati, istikrarlı ilişkiyi, sevgiyi ve güveni de beraberinde alan çocuğun beslenme alışkanlığı ve yeme davranışı, sonraki yıllarda da yine aile içinde oluşuyor.

Annenin veya bakıcının çocuğun ağzına sürekli yemek tıkmasından tutun da, birlikte yenilen yemekler, yemek sohbetleri ya da tam tersi düzensiz yemek yemeler, yemekteki sessizlikler hepsi yemekle ilişkiyi ve yemekle ilişkili olan ilişki örüntülerini belirler.

Ağız aynı zamanda haz organı olduğu için yemeğin verdiği haz, insan psikolojisi için de önemli bir yere sahiptir. Lezzetli yiyeceklerin aynı zamanda mutluluk verici gücü vardır. İnsanın ne zaman canı sıkılsa, tatlıya saldırması ondandır! Çikolatanın serotonini artırdığı bile bulgulanmıştır.

Yemek ve duyguların ilişkisi özellikle kilo almaya başlayan kişilerin, yeme davranışına baktığınızda ortaya çıkar. Olumsuz duygular hissettiren yaşam olaylarına karşı bir savunma olarak, tıkınırcasına yemek yiyen kişiler, yiyerek bazı sorunların üstünü örttüğünü düşünseler de işin aslı öyle değildir. Giderek kilo alan bu kişiler, kilo alarak diğer insanlarla aralarına mesafe koyduklarını düşünürler. Bu durum, insanların kendilerini kırmasına  ve üzmesine izin vermeyecekleri bilinçdışı bir anlam taşır. Mutfakta uzun zaman geçiren veya gizlice yiyen bu kişiler için yemek yeme, aynı zamanda öfkenin kendine yönelmesidir.

Ancak bu öylesine bir kısır döngüdür ki, şişmanladıkça benlik saygısı azalmakta ve yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle sorunla yüzleşmek ve başetme becerileri geliştirmek için yardım almak önemlidir.

İnsanın yiyecekle ilişkisi sözkonusu olduğunda, söylenecek ve yazılacak çok şey olduğu bir gerçek.

Tüm dünyada yemek üzerine kurulan ve işleyen önemli bir sermaye akışı vardır. Ultra, macro, super marketlerden tutun da, binlerce dolar ödenen yemek adisyonları ile ünlü şık restoranlar, hergün yenisi açılan trendy mekanlar, fast food zincirleri, uzakdoğu yemekleri ile meşhur yerler, geleneksel mutfağı ile tanınan yerler, balık restoranları, artık sayısı çok azalan esnaf lokantaları, salaş tabir edilen yerler, pastaneler, cafeler… say say bitmez.

Yemek olgusu coğrafik olduğu kadar kültürel etmenlere de bağlıdır. Yiyeceğin cinsi, pişirilmesi, saklanması, sunumu ve yeme şekli yere ve kültüre göre farklılık göstermektedir. Hintliler sığır eti yemez, müslümanlar domuz eti, uzakdoğuda yenen böcekleri birçok batılı ve doğulu ülke insanının daha tezgahlarda gördüğünde yüzünü buruşturduğunu söyleyebiliriz. “Müslüman mahallesinde salyangoz satamazsınız.” ama İspanya’ da bir restoranda, yuvarlak bir tabağa dizili pişmiş salyangozları, sevgilisinin gözlerine romantik bakışlar atarak yiyen erkeği gördüğünüzde, “çok lezzetli” herhalde diye düşünebilirsiniz.

Avcı toplumunda mağarada bekleyen kadınına hayvan avlayıp yemek getiren erkek, bugün kadınla yaşayacağı ilişki başlangıcında kadını yemeğe çıkartmakta, dolayısıyla insanlık tarihi boyunca insanın duyguları ve ilişkiler örüntüsü bağlamında yemeğin yeri konusu önemini korumaktadır.

Yemeklere verilen adların dişi özellikte olması ayrı bir konudur ama aklıma ilk gelenler; kadınbudu köfte, hanım göbeği, dilberdudağı bir de dulavrat otudur.

Dostların biraraya gelmesi için buluşulan yemekler,, yılbaşı yemeği, düğün yemeği, mezuniyet yemeği, mezunların; pilav günleri, vb yemekler dostluk ve bağların devam etmesi için önemli ritüellerdir. Yemek bahane, sohbet şahane durumlarıdır bunlar. Yemeği bahane edip, iş konuşulan iş yemekleri vardır bir de; postmodern toplumun yaygın davranışlarından biridir. İşyerlerinin düzenlediği yemekler ise vur patlasın, çal oynasın, göbek ve stres atmaca amaçlı düzenlenmektedir.

Etnik toplulukları simgeleyen yemekler vardır ve bizi o kültüre yakın hissettirir; Çerkezlerin çerkez tavuğu, Ermenilerin topiği, Japonların suşhisi, Türklerin kebap ve ayranı, Lazların hamsi, kara lahana çorbası, Türkmen pilavı, Meksika yemeği fajita, Rusların borç çorbası, vs…

Ünlü filozof Epikuros’ un arkadaşlarına düşkünlüğü o kadar fazlaymış ki, insanın asla yalnız başına yemek yememesini öneriyormuş. Bana yaklaşımı çok sıcak geldi, mutfak sanatının bu kadar ilerlediği günümüzde siz ne dersiniz Epikurus haksız mı? Buyrun tam olarak aşağıda ne dediğine yer veriyorum;

“Birşey yiyip içmeden önce, ne yiyip içeceğinizi değil, kiminle yiyip içeceğinizi düşünün; çünkü yanında arkadaşı olmaksızın yemek yemek ancak bir aslana ya da kurda mahsustur.”