NERDE YAŞADIĞINI MI? NASIL YAŞADIĞIN MI?
08 Ocak 2012
Filmin adı “Into the wild”… “Özgürlük yolu” olarak çevrilen filmi, Sean Penn yönetmiş. Film gerçek bir hikayeyi anlatan belgesel, biyografi, dram türünde. Herşeyi bırakıp uzaklara giden genç adam “Alex”‘ in öyküsü.
Vahşi doğaya doğru kaçarcasına giden Alex; belki asiliğinden, belki hayata meydan okuduğundan, belki sisteme karşı olduğundan, belki macera ruhundan, belki kendi özgürlük anlayışından, belki kendi limitlerini görme isteğinden ve kimbilir belki de ölümü alt etme güdüsünden vurur kendini yollara…
Bir yığın hikaye sığdırır kısacık ömrüne, dilediği gibi mi olmuştur yaşadıkları ve ölümü, tartışmaya açık ama yaşadığı modern şehir hayatını bırakıp, doğaya kendini sunma cesareti insanı heyecanlandırıyor.
İstanbul’ da yaşayan birçok kişiye sorsanız, elinde olsa güneyde veya küçük şirin bir yerde sakin bir hayata geçebilmeyi diler. Dilemesine diler de kaç kişi esiri olduğu kimliklerinden vazgeçip, bunu yapabilir. Toplumsal bağlarından, bağımlılıklarından kurtulabilir, alıştığı tüketim ilşkilerinden feragat edebilir. Alabildiğine doğayla haşır neşir olsa, sessizliği dinlese, yeşilliklere dalıp her türlü görsel ziyafete doysa bile bir süre sonra şehrin enerjisini arar mı?
Hippiler bir süre komünal hayat yaşayıp, yine topluma döndüler mesela. “İnto the wild” filminde Alex de ölürken, kök bağlarına özlemle veda etti hayata ama hayallerini gerçekleştirmiş olarak…
Bu filmi aklıma getiren adam ise Ayvalık’ ta yaşayan ve kendisine ne işle meşgulsün diye sorarsanız müstehzi bir şekilde gülerek, “Keyif adamı” diyen Salih Sural. Salih bey, büyük şehri terkedip gitmemiş Ayvalık’a ama yaşam tarzına baktığınızda toprak, yeşil, su ve insan dörtlüsünü çok iyi harmanlamış, rafine bir şahsiyet.
“Babam ve oğlum” filmini izlemişsinizdir, o filmin çekildiği çiftlik Salih beyin çiftliği. Daha birçok dizi ve filme ev sahipliği yapmış, Salih beyin eski bir rumevinin de bulunduğu çiftliği. Şimdilerde bu rumevini dostlarını misafir etmek için onarıyor ve düzenliyor. Aslında kendisinin Ayvalık’ ın içinde ailesiyle yaşadığı yine güzel bir rumevi var ama vaktinin çoğu bu çiftlikte geçiyor.
Aynı zamanda müzisyen olan Salih bey Ayvalık’ ta onsekiz sene hiç dağılmadan müzik yapan ve yörenin tek müzik grubu olan “Kardaşlar” ın da bateristi. Çiftliğindeki evinde tüm hayatından izler taşıyan eşyaların ve resimlerin içinde bu müzik grubunun da fotoğrafları var, bakarken dalıp gidiyorsunuz.
Salih bey Ayvalık’ ın bereketli topraklarının kendisine sunduklarını, belli ki bizzat toprakla haşır neşir olarak alıyor. İstanbul ve Ayvalık’ ın hatırı sayılır insanlarının uğrak yeri Salih beyin yanı. Eğer onunla oturup demlenirseniz, muhabbeti ile birlikte müziğe de doyurur sizi. O kadar abartısız ve samimi ki hem misafir gibisiniz hem evsahibi. O kadar sıcak ve dost ki tevekkeli değil, Salih’ in oraya gidelim denmesi.
Köpeklerle hiç bu kadar haşır neşir olmamıştım, kazlar, hindiler, hiç görmediğim cins tavuklar, güvercinler arasında vakit geçiverdi.
Beni şaşırtan ise Salih beye, İstanbul’ a ne kadar sıklıkla geldiğini sorduğumda -öyle ya İstanbul’ dan birçok dost geliyordu yanına- “Ben hiç gelmem, İzmir iki saat oraya bile gitmem. Ben burada mutluyum, yapacak çok şey var burada, bu toprakları ekmek, çiflikte olmak, buradaki işlerle uğraşmak yeteri kadar zamanımı alıyor, ben buranın dışına çıkınca mutsuz oluyorum” dedi, sonra tekrar etti; “Ben burada çok mutluyum”. Aynı zamanda “kaptan” da olan Salih beyin dinginliği, denizle olan ilişkisinden de geliyor eminim.
İnsan böyle bir yeri ve böyle birini tanıyınca, kaçıp gitmek istiyor doğanın kucağına…ama Salih beyin kurguladığı gibi dostların yanında olarak ve dostların aradığı insan olarak. Yukarıda bahsettiğim filmin sonunda da kahramanın söylediği gibi; “Mutluluklar paylaşılınca gerçektir.”
Ayrılırken çiftlikten İstanbul’ a davet etmek istiyorsunuz bu gönül adamını ama dilinizin ucuna gelip geri gidiyor ve o sizi başka bir zaman, kendi dost meclisine beklediğini söylüyor. Biz de buradan kendisine selam ediyoruz, kendim için böyle bir hayata kaç kaldı acaba diyerek…