[stextbox id=”info”]BAĞIMLI KİŞİLİKLER[/stextbox]
Not: Bu yazım www.milliyet.com.tr portalı KADIN bölümünde 11.12.2010 tarihinde yayınlanmıştır.
İnsanoğlu tam bir bağımlılık durumunda doğar. Daha ceninken göbek bağıyla anneye bağlıdır. Dünyaya geldiğinde bu bağ koparılsa da hiçbir zaman kendisini dünyanın “göbeğine” fırlatan anneden tam anlamıyla bir ayrılma yaşayamaz. Her insanda bir ölçüde bağımlılığın izlerine rastlanması doğaldır. Ancak bazı kişilerde bu eğilim aşırıya kaçarak kişi için olumsuz sonuçlar doğurur. En çok da aşka düştüğünde gösterir kendini. Sürekli bölünen uykular, yürekte kuş kanadı çırpınmalar, yakıcı sorular-sorgulamalar, endişeler, kaygılar.. İlişkisinin bozulma endişesidir bu. Çünkü “yalnızlık” “Yok olma” yla eşdeğerdir. Bağımlı kişiliğin daha baştan “Ben sevilecek biri değilim ki” düşüncesiyle başlayıp, “Benden sıkılacak” şeklindeki iç sesini artırarak, “Beni terkedecek” noktasına gelen kehanetleri bir süre sonra “Kendini doğrulayan kehanete dönüşüverir”. Peki ne oluyor da kişi bir başkasının desteğine “bağımlı” bir şekilde yaşamak zorunda kalıyor? ve “yalnızlık” neden bu kadar dehşet duygusu uyandırıyor?
Sebebler çoğunlukla erken döneme götürür bizi; çocuğun aşkı almaya yöneliktir. İhtiyaçları doyurulduğu sürece bakıcılarını tanır. Bazı kişiler yanlış anne- baba tutumu nedeniyle bu dönemde fikse(saplanma) olur.. Tıpkı bir çocuk gibi, bu kimselerin başkalarıyla olan ilişkilerinde tek istekleri o anki gereksinimlerinin doyumudur. “Ben nerede bitiyorum, öteki nerede başlıyor”u ayırdedemez. Kendi ihtiyaçları o kadar fazladır ki karşısındakinin realitesini göremez, ötekinin ihtiyaçlarına cevap veremez. Çevre onlar için benlik değerlerini düzenlemenin bir aracıdır.
Bir diğer neden aşırı koruyucu anne baba davranışıdır. Bu tip anne babalar çocuğunu “uçuramayan” ebeveynlerdir. Çocuğun ayrılma hamlelerine karşılık güven ve destek veremezler. Çocuk da güvenin sadece orada olduğunu öğrenir ve anne-babaya tutunur. Çocuk hazır olmadan, anne babayla yaşanan uzun ayrılıklar da sağlıklı ayrılma davranışının gelişmesini olumsuz etkiler.Bu gibi nedenler “Bağımlı kişilik’ in habercisidir.
Bağımlı kişi nasıl davranır? “Ben” olmadan “biz” olmak mümkün değildir. Ben kimliği oluşmamış birisi genellikle yalnız kalmamak için ilişkiye girer. “Biz” duygusu yalnızlığına iyi gelir, kaygıdan kurtulur, ama kendini de yitirir. Bu nedenle tek kişiye odaklanan güçlü sevgiden sakının. Herşeyi dışarıda bırakarak bir kapsüle hapsedilmiş kendi kendisiyle beslenen bir ilişki kendi üzerine çökmeye mahkumdur.
Bağımlı kişiler bir ayrılık söz konusu olduğunda kendi varoluşlarına dair çok büyük bir tehdit hissederler ve bu nedenle karşı tarafı zorlayıcı bir takım davranışlarda bulunurlar; “Beni bırakamazsın”, “Kendime zarar vereceğim” gibi suçluluk uyandırıcı söylemler ya da diğerini sürekli aramak, mesaj atmak ve görüşme talebinde bulunmak gibi rahatsız edici ve bunaltan davranışlar segilerler. Böyle bir sorunla gelen danışanlarımın yaşadıkları duyguyu “Kendimi bir HİÇ gibi hissediyorum, sanki yokmuşum gibi..Beni uyutun ve uyandırmayın, bu şekilde yaşayamam” şeklinde ifadeleri nasıl bir acı çektiklerini çok iyi anlatmaktadır.
Bağımlı kişiler yas tutamazlar. Sağlıklı yas tutmak kayıp yaşantısının ardından geriye çekilip kendi içine bakabilmek, ilişkiyi yeniden değerlendirmek, gözyaşları bir süre aksa da yalnız kalabilmek, sonra onu ayrı bir varlık olarak görüp gönderebilmektir. Halbuki diğer türlü, kaybın arkasından “çivi çivi söker” diye hemen yeni bir ilişkiye girmek, ikinci kişiyi yedeklemek veya varolduğunu hissetmek ve yaralarını sarmak için günübirlik cinsel ilişkiler yaşamak kişinin içindeki boşluğu ve çatışmayı daha da artıran, ileriye doğru gelişimini ketleyen davranışlardır.
Bağımlı kişiler aldığı kararlar ve işlerle ilgili sürekli başkalarının onayını isterler. Kendileri rahatsız olduğu halde hayır demekten çekinirler ve ilişkilerinde ödünleyicidirler. Sevilme ihtiyaçları çok fazladır, bu nedenle oldukça kibar ve saygılı davranırlar. Yakınlık kurmak için sürekli olarak başkalarının istek ve beğenilerini karşılayacak davranışlar sergilerler. Bir projeye başlayamazlar, tek başına sorumluluk alamazlar ve genelde ikinci adam rolündedirler.
Birçok edebiyat eserinde ve sinemada da bağımlı karakterlere fazlasıyla yer verilmiştir. Halit Ziya Uşaklıgil’ in “Aşk-ı Memnu” adlı eserindeki “Bihter” karakteri de bağımlı kişiliğe iyi bir örnektir. Sinemada klasikler arasına giren “Tiffany’ de Kahvaltı” filminde Audrey Hepburn’ in oynadığı “Holly” karakteri, bağımlı olmanın tehlikesine inandığı için aşırı bir şekilde özerkliğini sergileyen birini canlandırır. Ancak bu aşırı özerk olma isteği de bir savunma biçimidir ve altta güçlü bir bağımlılık gereksinimi olduğunu gösterir. Zaten “Holly” karekterindekine benzer kişiler “bağımlılığın” diğer bir şeklini yaşarlar, yani “bağımlılık-bağımsızlık çatışmasını”. Burada da bir uçdan ötekine sürekli bir salınım sözkonusudur.
Evet, “yakınlık” da “bağımsızlık” da bir kapasitedir veya ikisine birden “sevme kapasitesi” de diyebiliriz. Bağlı olmak ve bağlanmak bir ilişkide istenen özelliklerdir ve bağımlılıkdan farklı bir ilişki kurma biçimidir. Diğer bir kişinin benliğine katılmak, birlikte biz duygusu yaşayıp tekrar oradan çıkabilmek ve kendin olabilmek psikolojik sağlıklılığın göstergelerindendir. Bu nedenle yakınlaşmak ya da aşık olmak vurulmak değil, ayakta kalıp birlikteliğin keyfini çıkarmaktır. Gerçekten kaybettiğimizde de, bu deneyimlerle zenginleşip yeni birliktelikler için yola devam edebilmektir.
Sağlıklı ve doyumlu birliktelikler kişinin kendisi ile ilişkisi iyi ise mümkündür. Bunun için kişisel gelişiminize yatırım yapmaktan vazgeçmeyin..