Home » YAZILARIM » "AŞK MÜMKÜN MÜDÜR HALA?"

"AŞK MÜMKÜN MÜDÜR HALA?"

“AŞK MÜMKÜN MÜDÜR HALA?”

Not: Bu yazım www.milliyet.com.tr portalı KADIN bölümünde 30.12.2010 tarihinde yayınlanmıştır.

Milliyet Portal

Murathan Mungan’ın sımsıcak sözleri, Levent Yüksel’in muhteşem yorumu ile nefis bir şarkı çıkmış ortaya. Mutlaka dinlemişsinizdir diye düşünüyorum. Aşkla beslenen şairler de yeni nesil ilişkilere baktıkça umudu yitiriyor anlaşılan. Şarkıya odaklanırsanız umudun kaybolmaya başladığı ama aynı zamanda içinde umudu barındırdığı ikircikli duyguyu hissedersiniz, hepimizin şimdilerde hissettiği gibi…

Sokaktan geçen kime sorsanız;

“Nerede o eski aşklar”
“Artık kimse uzun süreli ilişki istemiyor”
“Erkekler cinsellik peşinde”
“Artık kızlar da erkekler gibi yaşıyor”
“Aşk eşittir kısa süreli seks oldu” gibi serzenişleri duyacağımıza neredeyse eminim.

Kadınlara sorarsanız “Ortalıkta doğru düzgün erkek yok”, erkeklere sorun onlar da “Doğru düzgün kadın yok” diyeceklerdir. Son zamanlarda bu konu terapi seanslarında da sık sık gündeme gelmektedir.

Peki ortalıktaki kalabalık nedir o zaman? Hepsi kuru kalabalık mı? değil elbette.. Çok şükür ki kadın ve erkek nüfusun oldukça fazla olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. O zaman problem her iki cins için de birini bulmak değil. Neden mi? Çünkü ilişki “bulunmaz”, ilişki” kurulur”!! Esas olan birisiyle ilişkiye girdiğinizde ilişkinin devamını sağlayacak duygusal, düşünsel ve eylemsel duruşu sergileyebilmektir. Nasıl mı?

Öncelikle “aşk” kesin olarak tanımı yapılabilmiş birşey değildir. Bazı bilim adamları bunu hormonlarla, biyokimyasal süreçlerle açıklamaya çalışsa da, aşkı “kadın ve erkeğin arka bahçelerinin buluşması” olarak tanımlarsak ve arka bahçelerimizin ne kadar karmaşık ve karanlık olduğunu söylersem varın siz düşünün neler olabileceğini…

“Aşk”, küçük erkek ve küçük kız çocuğunun buluşmasıdır, oyunudur. Çünkü biz aşık olduğumuzda çocuk yanımızla ilişki kurarız. Küçük kız ve küçük erkek çocuğu dememin sebebi aşkın, çocuğun erken dönemlerindeki ilişkilerinin yansıması olduğundandır. Yani karşımıza çıkan kişiye, bütün bu ilişkileri tıpkı bir mankene giydirir gibi bir bir giydiririz.

Bu nedenle aşkın içindeyken ihtiyaçlarımız karşılanmadığında çocuksu tepkilerimizi hemen gösteririz; karşımızdakine öfkelendiğimizde bağırıp çağırırız, deli gibi kıskanırız, ilgi hep üstümüzde olsun isteriz ya da bunu sağlamak için türlü oyunlar oynarız; oyun arkadaşımızı bulmuşuzdur çünkü..Bu o kadar çılgın vebaştan çıkarıcı bir oyundur ki hiç kimse oyun arkadaşını kaybetmek istemez; oyun biterse hayat biter de ondan.

Ancak görünen o ki artık günümüzde “fastfood” ilişkiler daha çok tercih edilmekte ama arka planda bir o kadar da yalnızlık duygusu yaşanmaktadır. Dolayısıyla herkesin, daha yetişkin tarzı bir ilişkiye ihtiyacı vardır, içinde yine oyunları olan ama değerlerin ve adanmışlığın olduğu bir ilişki…

Tamam, aşkın ilk zamanları pırıltılıdır ve ayaklar yerden kesilir ancak bu hipnoz hali bir süre sonra yerini kırılmalara ve çatışmalara bırakır. İşte o zaman, kırılmalar başladığında ilişkinin içinde kalabilmek, empati yapabilmek, sorun neyse karşılıklı ele alabilmek ve karşımızdakine hala ne kadar değerli olduğunu hissettirebilmektir önemli olan.

Oysa günümüzde, hipnoz durumunda yaşanan ilk dönem geçtiğinde ve gerçek ilişki başladığında insanlar ilişkiyi sonlandırmakta, bu durumda yaşanan şey de ilişkinin ilişkisizliği olmaktadır. Böylece kişide gelişim ve olgunlaşma yönünde bir ilerlemenin olması da beklenemez. Halbuki kriz durumları iki tarafın da çabasıyla atlatılabilirse, çoğu zaman bu eskiye göre bir adım ötesidir ve ilişkide yeni kazanımların oluşmasını sağlar.

Ne yazık ki aşka can veren “Eros” can çekişmektedir. Oysa “Eros” hayattır. Tüm motivasyonlarımızı aldığımız ilişki “Eros”un hayatta kalmasıyla mümkündür. Tutku varsa canlılık ve yaratıcılık oradadır. Son yıllarda daha çok tanıklık ettiğimiz rastgele cinsellik bireye güçlü, fakat geçici bir rahatlama verir. Geçicidir çünkü bu bir ilişkide olma hali değil, yalnızca ilişki taklididir. Bü tür ilişkilerde kişi, diğer kişiyle bir bütün olarak değil, onun bir parçasıyla ilişki kurar yani onu nesneleştirir. Genellikle eşlerini tanımazlar ve kendisini gizli tutmak çoğu kez kendisi için iyidir, böylece yalnızca baştan çıkarma ve cinsellikle ilgili parçayı görür ve gösterirler.

Bununla ilgili V.Solovyev, “Eğer bir kadınla ruhuyla ilişki kurmaksızın birlikte oluyorsak fetişistiz demektir, fiziksel eylem sırasında uygun vücut deliğini kullanıyor olsak bile” diyerek cüretkar bir söylemde bulunmuştur.

Belçikalı psikanalist Paul Verhaeghe ise, günümüz ilişkilerini şöyle özetlemiştir; “Zamanımızın mesajı onu, hemen şimdi, burada istiyorumdur. Bunun doğurduğu temel ürün; sıkıntı ve yeni limit arayışıdır. Paradoks şudur: bugün şimdiye kadar olandan daha az haz bulunmaktadır”.

Gelin, daha doyumlu bir ruhsal yaşam ve hayatın anlamı için zamanımızın modası olan “haz düşkünlüğünü” bırakıp, “arzu” ya prim verelim. Teoman’ın söylediği diğer bir şarkıdaki gibi “Çok kadın hiç kadındır”, esea olan bir kadında çok kadın, bir erkekte çok erkek bulabilmektir.

Yeni yılda aşkla ve muhabbetle kalmanız dileklerimle…